Aşık Ali KURT
Âşık Ali Kurt’un Hayatı
Âşık Ali Kurt 1931 yılında Tokat’a bağlı Zile’nin Çakırçalı köyünde doğdu. Kâtibi’nin torunu, Murtaza Kurt’un ikinci çocuğuydu. Onun da bağlamayla tanışıklığı babası gibi sekiz on yaşlarında başlıyordu.
Müzik konusunda babasından daha şanslı olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü babası iyi bir bağlama ustasıydı. Bu nedenle çok kısa süre içerisinde iyi bir bağlamacı oldu. Bağlamayı öğrenmesi ile birlikte yüzlerce binlerce türkü, deyiş ve duazlarıda hazır elinde bulur. Artık oda babası gibi Cemlerde ve dost sohbetlerinde babası ile birlikte saz çalıp türkü ve deyişler okuyabilir duruma gelir.
Köye gelen dedelerin ve misafirlerin kendisine âşık diye hitap etmeleri, onu sohbetlerine katmaları ve içki masalarına oturtmalarından mutluluk duyuyordu.
Daha sonraları saz ve söz üstatları olan baba dostları Revani, Suzani ve Âşık Fahri gibi Ozanlarla tanışmanın mutluluğuna erişir.
Âşık Ali Kurt askerlik dışında otuz beş yaşına kadar çok fazla gurbet hayatı yaşamamıştır. Yaşadığı en uzun gurbet hayatı on beş yirmi günü geçmemiştir.
Bu otuz beş yıllık zamanında Çakırçalı Köyündeki evinin penceresinden Deveci Dağından esen deli poyrazı sinesine çekerek, dostları ile hoş sohbet dolu günlerini, Hoca beden’i, Yukarı Pınar’ı, Devecinin boranını karını, suların gürül gürül akışını, ilk Baharda koyunun kuzuya karışışını hayal etmekten başka hiçbir şey düşünmemiştir.
Her konuşmasında mutlaka ya köyü vardır, ya da dostları. Hatta bir türküsünde ileride köyüne ve dostlarına olan sevdasını şöyle dile getirecektir. (Yaz gelmedi yaylalara taşınak – Toplanıp da bir arada konuşak – Sen köyüne ben köyüme kavuşak – Yolcu gardaş git Mevla’yı seversen) der.
Onun aklı fikri hep köyündedir. O köyüne sevdalıdır. Köyde ikamet etmesine rağmen çiftçiliğe karşı hiç bir ilgi duyamamıştır. Nerde bir şölen ve etkinlik olsa oraya çağrılırdı. Köydeki yaşamı hep böyle renkli geçiyordu.
1958 yılında Turhal Şeker Fabrikasında işe girer. Burada yaklaşık bir yıl kadar çalışır. Turhal ile köy arası trenle yirmi dakikadır. İşi çok rahattır. Onun çalıştığı bölümde vardiya yoktur. Mesai bitimi akşamları Cuma günü trenle köyüne gidiyor pazartesi sabah ise geri işine yetişebiliyordur.
Buradaki çalışması fazla sürmez. Daha sonra fabrikadan ayrılarak köyüne geri döner. Bir süre sonra Şah İbrahim Veli Ocağı dedelerinden Veli Bozkurt’un ( Kurt Veli ) yeğeni şu an Amerika’da ikamet etmekte olan iş adamı Ali rıza Bozkurt’tan iş ile ilgili haber gelir. İşe girebilmesi için de en az İlkokul diplomasının olması gereklidir. Ali Kurt’un diploması yoktur. O sadece okuryazardır. Okuyup yazmasını da asker ocağında öğrenmiştir.
Daha sonra ilkokulu dışarıdan bitirme sınavlarına girer. Diplomasını aldıktan sonra Ankara’da 1966 yılında tekrar İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesinde işe başlar. İşe girişinden yaklaşık yedi sekiz ay sonra 02.01.1977 yılı Ocak ayı başlarında TRT’ye sınavla saz ve ses sanatçıları alınacaktır. Ankara’da çalışıyor olması onun için bir fırsattır. TRT’nin açmış olduğu bu sınava Ali Kurt’ta katılır.
Sınavdan hemen üç gün sonra, Sivas Karayollarında Mutemet olarak çalışan bir arkadaşı onu İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesi’ndeki işinden ayrılmasını sağlayarak tekrar Sivas Karayollarına işe yerleştirir. İşe yeni girmiş, henüz üç günlüktür.
TRT’nin açmış olduğu sınav sonuçları da açıklanmıştır. TRT Ankara Radyosu Müdürlüğünün 14.01.1977 tarih ve 083-2-7.05.18 sayılı yazısında 02.01.1977 tarihinde yapılan sınavı kazandınız. 28.1.1977 tarihinde Cuma günü saat 09.00 da Radyomuz Müdürlüğünde hazır bulunmanız gerekmektedir diye çağrılır.
Yapılan bu çağrıya karşılık vermez. 05.03.1977 tarihinde TRT Ankara Radyosu Müdürü Cahit Obrukkaya’dan tekrar bir çağrı daha alır. Ali Kurt yapılan bu çağrıya da karşılık vermez. Bu çağrılar karşısında çaresizdir. Çünkü işin bir ucunda geleceği, diğer ucunda ise hiç kıramayacağı kardeşim dediği, kardeşi kadar sevdiği bir arkadaşı vardır. Elbette ki bu olup bitenlerden arkadaşının hiç bir haberi yoktur. Arkadaşı haberi yaklaşık bir yıl sonra öğrenir. Bu haber üzerine çok üzülür ama artık iş işten geçmiştir. Yapılacak hiçbir şey yoktur.
Kısa süre sonra Karayollarının kadrolu elemanı olur. Uzun süre bu kurumda çalışır. 1985 yılında emekliye ayrılarak çok sevdiği bağlamasıyla baş başa kalır. Artık özgürdür, köyüne daha sık gidecek köyündeki dostlarına daha fazla zaman ayırabilecektir. Emekliye ayrılması bir bakıma onun önünü açmıştır. Zamanla ilgili hiç bir sorunu yoktur. İstediği her yere rahatlıkla gidebilecektir.
Emekli olduktan sonra çağrılan, davet edilen hiçbir yeri veya kurumu geri çevirmemiştir. Çünkü o ticari bir amaç peşinde değildir. Bu nedenle de bağlamasını hiçbir zaman ticari araç olarak kullanmamıştır. Hiçbir zaman bağlamasını ticari bir araç olarak kullanmadığı içinde çok sevilen ve değer verilen bir ozandır.
Görsel basının yaygın olmadığı bir dönemde ozanlık yaptığı için en çok gezip ziyaret ettiği Tokat, Çorum, Amasya, Sivas ve Malatya gibi Alevilerin yoğun olduğu bölgelerde kendisini sevdirmeyi başarmıştır.
Emekli olduktan sonra köyüne bir de ev yapmıştır. Yaz mevsiminde dört beş ay burada kalır, sonbahar mevsiminde ise tekrar Sivas’ta ikamet eden oğlu Haydar’ın yanına giderdi. Oğlu Sivas’ta ticaretle ilgileniyordu. 2 Temmuz olaylarından sonra binlerce Alevi gibi Âşık Ali Kurt’ta oğlu Haydar’la birlikte Sivas’ı terk ederek 1995 yılında İstanbul’a nakleder.
Ömrünün geri kalan kısmını İstanbul’da geçirecekti. Yeni gelmiş olmasına rağmen burada da fazla yalnızlık hissetmedi. Çünkü Tokat’tan, Sivas’tan tanıdığı yüzlerce dostları İstanbul’da oturuyorlardı. Okumuş olduğu eserlerin çok güzel ve anlamlı olması onun İstanbul’da birçok sanatçı dostları ilede tanışmasına da imkân sağladı.
İstanbul’a taşındığını duyan eşi ve dostları kendisini sık sık ziyarete geliyor ona yalnızlık hissettirmiyorlardı. Yapılan bu ziyaretler onu mutlu kılıyordu. Kendisini ziyarete gelenlere sanki kendimi köyümde hissediyorum, bana bu güne kadar hiçbir özlem yaşattırmadınız diyorsa da köyünün özlemi yine de ağır basıyordu.
Mayıs ayı başlarında özlemini çektiği köyünün etrafını çayırların çimenlerin bürüdüğü, damlarını Selvi ve meyve ağaçlarının kapattığı, tepelerini kır çiçeklerinin süslediği, dağlarını menekşelerin, lale sümbül ve kekik kokularının sardığı köyünü hayal ediyor, yinede dört beş ay gidip soğuk sularından içmek deli poyrazı sinesine derin derin çekmek istiyordu.
Köyüne olan özlemini yaklaşık on yıl kadar böyle devam ettirdi. Artık köy yaşamını kaldıramıyordu. Bunu anlayan oğlu şartların ağırlığı nedeni ile gitmelerini istemiyordu. Çünkü köye gittiğinde sık sık hastalanıyordu. Kasaba köye yaklaşık 30 km. idi. Köyün nüfusu ekonomik şartlar yüzünden kimsecikler yok denecek kadar azalmıştı. Köyün nüfusu 40 – 50 yi geçmiyordu. Bu yüzden de ne bir marketi nede bir kasabı vardı.
Tüm köy halkı ihtiyaçlarını ve sağlık sorunlarını kasabadan hallediyordu. Köyde yaşayanların hepside kendisine yardımcı oluyordu. Kimisi akrabası, kimisi ise yakın dostları idi. Çünkü geçmişte kendi köyüne ve çevrede ki köylere az emeği geçmemişti.
60 – 70 yıl buralarda zakirlik yapıp cemler düzenlemişti. Bunca yıldır yapmış olduğu hizmetlerinden ve mütevazı kişiliğinden dolayı sevmeyeni yoktu. Herkesin sevgisini, saygısını kazanmıştı. Rahatsızlığı nedeni ile artık köyünde eskisi gibi dört beş ay değil de, sadece bir iki ay kalabiliyordu. Son günlerini yaşıyordu. Oğlu artık köye göndermek istemiyordu. Mayıs ayı geçmişti.
Yinede onu köyüne çeken bir güç vardı. “Bu sene ilkbaharı yaşayamadık” diyordu. Oğlu baba artık iyice yaşlandın. Bundan sora köy senin için çok zor olur dediğinde oğluna yazmış olduğu dört kıtalık eserin ikinci kıtası ile cevap verir.
“Dosta giden gönül yorulmaz oldu
Tatlı muhabbete doyulmaz oldu
Acı tatlı günler sayılmaz oldu
Bırak beni sefa ile gideyim” der.
O sene yinede köyüne gider. Bir ay içerisinde birkaç kez rahatsızlık geçirir. Bu sene yolcuyum Haydar’a haber iletin der. Oğlu köye gittiğinde tedavisi için doktora götürür. Tedavisi için hastaneye yatırılır. Hastaneden çıktığında durumu gayet iyidir. Üç ay hiçbir sorun yaşamaz. Sağlığı sıhhati yerindedir. Köyün havası yaramıştır. 59 kilodan 70 kiloya kadar çıkmıştır. 26.08.2010 sabah saat 07.10 sularında konuşur durumda iken Hakkın Rahmetine kavuşur.
Ali Kurt’un yaşamı boyunca yüzün üzerinde türkü ve deyişler yazdığı bilinmektedir. Yazılan bu eserlerin tamamını olmasa da kırk elliye yakınını yazılı kaynaklardan bularak hayat hikâyesinden sonra ki türküler ve deyişler bölümünde yazmağa çalıştım.
Ali Kurt dedesi gibi eğitimli bir ozan değildi. O dedesi gibi ne kasabada, nede çevre köylerinde okuma imkânı bulabildi.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi Ali Kurt okuyup yazmasını asker ocağında öğrenmiştir. Yazısı iyi olmadığı için de kendi eserleri ile birlikte babasından kalan ulu ozanlara ait deyiş ve duazların hepsini yazma imkânı bulamamıştır.
Kitabın kapak kısmında da belirttiğim gibi ben burada hem Ali Kurt’un hayat hikâyesi ile birlikte ona ait olan eserleri bir araya getirmek, hemde elimizdeki yazılı kaynakları kayıt altına almak istedim. Çok geç kalmış olmama rağmen eserlerin oluşmasında benim de bu kültüre ufacık bir katkım oldu ise ne mutlu bana.
Yorumlar
Henüz Yorum Yapılmadı